25 Ocak 2017 Çarşamba

Ördeki VİKİ

Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur saman içinde viki adında bir yaban ördeği varmış. Viki yaşadığı grubuyla beraber, havalar soğuduğunda sıcak ülkelere göç edermiş. Yine bir gün yaşadığı yerde havalar soğumaya başlamış, yağmurlu günler çoğalmış ve grubun lideri yola çıkma zamanlarının geldiğini söylemiş. Ertesi sabah erkenden hazırlanmışlar ve yola çıkmışlar. Uçmuşlar uçmuşlaruçmuşlar ve günün sonunda dinlenmek için bir ormanın içindeki derenin  kenarında durmuşlar. O gece orada uyuduktan sonra sabah yola çıkmadan önce hepsi suya girmiş yemekleriniyemiş ve yıkanmışlar. Viki suda yıkanırken birden ayağını birşey ısırmış, ayy diye bağırmış. Ayağını kaldırınca bir de ne görsün, bir balık ayağını ısırmış halde duruyor. Balığa demiş heeey ne yapıyorsun ayağımı yiyemezsin. Balık da demiş ki, ben senin ayağın olduğunu bilmiyordum, sen de kimsin daha önce seni burada hiç görmedim. Viki anlatmış, ben yaban ördeğiyim, arkadaşlarımla sıcak ülkelere gidiyoruz, burada mola verdik. Balık şaşırmış, ben dünyaya yeni geldim bu suyun içindekilerden başka da birşey görmedim. Viki anlatmış ama balık anlamamış, çünkü neden bahsettiğinden bihabermiş. Vikinin aklına bir fikir gelmiş, bekle beni hemen döneceğim deyip uçmuş.

Biraz sonra ağzında bir kovayla çıkagelmiş, kovanın içine su doldurmuş ve balığa haydi atla seni gezdireceğim demiş. Kovayı ayaklarıyla taşıyarak uçmuş uçmuş, balıksa kafasını uzatıp etrafı seyretmiş. Gördüklerine inanamamış dünya ne kadar büyük bir yermiş.

Biraz gezdikten sonra vikinin artık gitmesi gerektiği için balığı tekrar suya bırakmış, balık ona çokteşekkür etmiş ve viki de arkadaşlarına katılarak uçmaya devam etmiş.

Ördek sürüsü bir süre daha uçtuktan sonra daha da sıcak bir ülkeye gelmişler. Burada yine mola vermişler. Bir dere kenarında dinlenmişler. Bu derede çok ama çok az su varmış, sıcaktan günden güne kuruyormuş. Bu derenin kıyısında yaşayan kunduz ailesi de ne yapacaklarını bilemiyormuş. Su iyice biterse, onlar da sıcaklarda susuz kalırsa. Ördek viki kunduzlara yardım etmek istemiş, etrafta uçarak büyük bir nehir aramış. Biraz uzakta suları gürül gürül akan bir nehir varmış. Hemen kunduzların yanına uçmuş ve anlatmış. İlerde güzel bir nehir var hadi beni takip edin de oraya gidelim. Ördek viki uçarak onlara yolu göstermiş. Kunduzlar da koşa koşa takip etmişler. Ve nehire ulaştıklarında sevinçten suda cup cup yüzmüşler. Ördeğe çok teşekkür etmişler.

Vikinin sürüsü yine uçmaya devam etmiş, henüz gidecekleri yere ulaşmamışlar çünkü. Bir süre daha uçtuktan sonra sürekli kalacakları yere ulaşmışlar. Gerçekten çok sıcak bir yermiş burası. Etrafta çok güzel ağaçlar ve çiçekler de varmış. Tabi onlar da suyu bol olan bir nehrin yanına yerleşmişler. Nehrin biraz uzağında kocaman bir ağaç varmış. Bu ağacın dalları eğilmiş hatta bazı yaprakları dökülmeye başlamış. Ördek viki çok şaşırmış, ulu ağaç söyle bana, diğer bütün ağaçlar yemyeşil iken senin neden yaprakların dökülüyor? Sonbahar değil ki demiş. Ağaç anlatmış, ben çok yaşlı bir ağacım, artık köklerimin bazıları çürüdü, topraktan su alamıyorum, nehire de çok uzağım su içemiyorum. Yapraklarım susuzluktan dökülmeye başladı, yakında kuruyup gideceğim demiş.

Ördek viki ağaca çok üzülmüş, hemen arkadaşlarının yanına gitmiş durumu anlatmış. Beraber ağaca su ulaştırmaya karar vermişler. Nehirden ağaca doğru toprağı oyarak bir kanal açmışlar. Su bu kanala dolmuş, akarak ağacın dibine kadar ulaşmış. Yaşlı ağaç kana kana içmiş suyu. Su içince yeniden canlanmış, yeniden yeşil yapraklar açmış. Ve öyle güzel bir gölge yapmış ki, tüm ördekler çok sıcaksaatlerde o ağacın altında dinlenmişler, geceleri altında uyumuşlar. Hep beraber mutlulukla yaşamışlar.



6 Ocak 2017 Cuma

Mutsuz Prenses

Mutsuz Prenses

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde uzak diyarların birinde bir ülkede güzel bir prenses yaşarmış. Bu prenses çok güzelmiş ama maalesef çok mutsuzmuş, yüzü hiç gülmez hep surat asarmış. Annesi ve babası kral ve kraliçe bu duruma çok üzülürlermiş. Kızları mutlu olsun, biraz gülsün, çocukken çıkardığı o şen kahkahaları yine atsın diye her şeyi yaparlarmış. Saraya prensesi güldürmek için komedyenler, palyaçolar, sevimli hayvanlar, fıkradırlar getirmişler ama prenses hepsini izledikten sonra bile Of deyip üzgün durmaya devam etmiş.

Kral ne yapacağını bilemiyormuş. Krallarını üzgün gören insanlar da üzülüyormuş. Hepsi prensesi güldürmek için çareler düşünüyorlarmış.

Günlerden bir gün yaşlı bir nine kralın karşısına çıkmış, demiş ki kralım dün gece bir rüya gördüm. Şu karşıki dağın tepesinde bir büyük taş var, prensesin mutluluğu o taşın içinde hapsolmuş, taşı kırınca yeniden mutlu olacak. Kral bu rüyaya inansa mı inanmasa mı bilememiş ama kaybedecek hiç birşeyi yokmuş. Zaten başka çaresi de yokmuş, denemeye karar vermiş. Hemen habercilerini çağırmış, gidin halkıma söyleyin kendine güvenenler derhal buraya gelsin.

Haberciler, hemen duyuruya başlamışlar; duyduk duymadık demeyin. Prensesimizin mutluluğunu geri getirecek sihirli taşı bulacak cesur delikanlılar aranıyor. Bulup getirene kralımızdan büyük ödül vaaar diye bağırmışlar.

Haberi duyan beş cesur delikanlı kralın karşısına çıkmış ve sırayla dağa sihirli taşı bulmaya gitmişler.

Birincisi az gitmiş üz gitmiş dere tepe düz gitmiş sonunda dağın eteğine gelmiş. Bu dağ öyle dik ve yüksekmiş ki, aşağıdan bakınca tepesi hiç görünmüyormuş. Delikanlı güçlü kuvvetli biriymiş, elleriyle tırmanmaya başlamış. Bir miktar tırmanmış da. Fakat yamaçlar çok dik, kayalar çok kayganmış. Ayağını bastığı yerde toprak kayıyormuş. Başaramayacağını anlayınca geri dönmüş. Kralım beni affedin tırmandım ama olmadı demiş.

İkinci delikanlı gemiciymiş, yanında bir halat götürmüş, ucuna da kanca takmış. Dağın eteğine gelince halatı fırlatıp tırmanmış, sonra yine fırlatmış yine tırmanmış. Defalarca yapmış ama dağ çok yüksekmiş. Bir de bakmış ki halat kopmak üzere. O kadar kullanınca yıpranmış. O da başaramayacağını anlayıp geri dönmüş.

Üçüncü delikanlı bir çobanmış, yanına en akıllı keçisini almış dağa gitmiş. Keçiler dağlara tırmanmakta çok ustadırlar, hangi yolun tehlikesiz olduğunu, nereden gideceğini, hangi kayaya zıplayacağını iyi bilirler. Delikanlı da keçiyi bırakmış hadi tırman demiş. Keçi çıkarken o da arkasından tam onun bastığı yerlere basarak kolayca tırmanmış. Bir süre sonra otların olduğu bir düzlük alana gelmişler dağda. Keçi acıkmış taptaze otlardan yemiş. Sonra da gerisin geri inmeye başlamış. Çoban demiş hayır yukarı git aşağı değil. Fakat inatçı bir hayvan bu keçi, dinler mi? Mecburen o da peşinden aşağı inmiş. Maalesef o da dağın tepesine ulaşamamış.

Dördüncü delikanlı ise oduncuymuş. Dağın eteğine gelince civardaki ağaçlardan dallar kesmiş ve upuzuuun ve merdiven yapmış. Gerçekten çok akıllıca bir iş olmuş bu. Merdiveni dayıyor, kolayca çıkıyor, sonra merdiveni tekrar dayayıp yine çıkıyormuş. Böyle böyle epey yükseklere kadar ilerlemiş. Fakat dağın tepesine yaklaştıkça etrafta karlar görülmeye başlanmış. Karlı kısımları merdivenle tırmanmak çok zormuş. Çünkü merdiven kızak gibi kayıyormuş. Maalesef o da tepeye ulaşamamış.

Beşinci delikanlı ne çok güçlü kuvvetliymiş ne de bir mesleği varmış. Fakir bir köylünün oğluymuş. Dağın eteğine geldiğinde nasıl çıkacağım diye kara kara düşünmeye başlamış. Elle tırmandılar olmadı, halat da işe yaramadı. Keçiler bile çıkmadıysa, merdiven de kayıyorsa, ben nasıl yapacağım? diye dertlenmiş. Böyle oturmuş düşünürken ağlayan bir kuş sesi duymuş. Bu bir yavru kartalmış, uçmayı öğrenirken ağaca çarpmış kanadı acımış, yere düşüp acı acı ötmeye başlamış. Köylü çocuk hayvanların halinden anlar nasıl iyileştireceğini bilirmiş. Hemen yavruyu almış, yarasına faydalı otlardan sürmüş ve acısını dindirmiş. Yavru kartal da pırrr diye uçup uzaklaşmış.

Anne Kartal dağın tepesindeki yuvada yavrusunu bekliyormuş merakla. Yavru gak gak gak diyerek başından geçenleri anlatmış. Anne Kartal da yuvasının altındaki kocaman mavi parlak taşı almış, onu delikanlıya vermek için yanına uçmuş.

Taşı delikanlının yanına bırakmış gagasıyla biraz ittirmiş, al bunu yavrumu iyileştirdiğin için sana değerli bir taş getirdim demek istemiş. Delikanlı taşı görünce gözlerine inanamamış, gerçekten kralın dediği sihirli taşa benziyormuş bu. Hemen alıp saraya gitmiş.

Krala taşı teslim edince, kral eline bir balyoz almış. Saraydaki herkes etrafa toplanmış, heyecanla bekliyormuş. Acaba gerçekten işe yarayacak mı? Taş kırılınca prenses mutluluğuna kavuşacak mı?

Ve kral taşı kırmış. Taş çatlarken etrafa parıltılı Işık'lar yayılmış, bu ışık öyle güçlüymüş ki orada bulunan herkes gözlerini kapamak zorunda kalmış. Işık bittiğinde prensesin yüzü aydınlanmış, birden bire kahkahalarla gülmeye başlamış. Orada bulunup ışığı gören herkes aynı şekilde gülmeye, dans etmeye başlamış etrafa bir neşe dalgası yayılmış.

O günden sonra mutsuz prenses hep gülmüş hep mutlu olmuş ve ülke halkı da mutlulukla yaşamış. Kral delikanlının her istediğini yerine getirmiş, o da rahat ve mutlu bir hayata kavuşmuş....

29 Aralık 2016 Perşembe

korkusuz çocuklar

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde üç arkadaş varmış. Bunların adı Tim, Tom ve Tan'mış. Bu arkadaşlar hiç birşeyden korkmadıklarını iddia ederlermiş. Gerçekten korkmazlarmış da. Günlerden bir gün okulda bir hikaye konuşulmaya başlanmış. Kasabanın yakınındaki ormanda kocaman bir ayı olduğu hikayesi. Diğer çocuklar kendi aralarında konuşurken bizim üç arkadaş da duymuş. Ormanda kocaman korkunç bir ayı varmış. Tim, Tom ve Tan diğer çocuklara meydan okumuşlar, biz o ayıyı bulmaya gideceğiz demişler.

Okuldan sonra sırt çantalarını hazırlamışlar. Halat, fener, bıçak gibi lazım olabilecek malzemeler koymuşlar. Ve ormanın yolunu tutmuşlar. Ormanda nereye gideceklerini bilmiyorlarmış, bir o yöne bir bu yöne yürümüşler ama ayıya rastlamamışlar.

Sesleri dinleyelim demiş Tim, belki ayının sesini duyarız da o yöne gideriz. Kulak kabartmışlar. Önce bir ooouuuuuv diye ses gelmiş uzaklardan. Bu kurt veya köpek sesi demiş Tan, ayı olamaz. Sonra da bir o-u, o-u (baykuş sesi çıkarın) sesi. Bunu biliyorum ben bir baykuş demiş Tim. (Bu kısımda farklı sesler çıkarıp çocuğun bulmasını bekleyebilirsiniz, onun heyecanına göre uzatabilirsiniz). Bir başka yönden bir çatırtı sesi gelmiş, herhalde yerdeki dallar ezildi, belki bir tavşan belki de ayı? Uzaklardan tiz bir kuş çığlığı duyulmuş, yoksa bu da bir kartal mı? Biraz daha yürümüşler birden bir ses duymuşlar (horlama kükreme karışımı bir ses çıkarın). Merakla birbirlerine bakmışlar, evet bu ayının sesine benziyor. Ses devam ediyormuş (sesi tekrarlayın) ve yavaş yavaş o yöne yürümüşler. Ayıyı korkutup kaçırmamak için.

Sesi takip edince bir kulübeye varmışlar. Ses içerden geliyormuş. Kapıya yaklaşmışlar ve penceresinden bakmışlar. (Bu kısmı anlatırken yavaş yavaş heyecan katarak anlatabilirsiniz). Hayır hiç birşey görünmüyormuş. Yavaşça kapıyı açmışlar yatakta birşey varmış. Ama içerisi karanlıkmış pek görünmüyormuş. Bu arada ses tabi ki devam ediyormuş, galiba ayı uyuyormuş.

Daha iyi görmek için fenerini açmış Tom. Işık yanınca birden uyanmış yataktaki şey. Siz de kimsiniz ne arıyorsunuz burda demiş kocaman bir adammış karşılarında duran.

Çocuklar telaşla kaçmaya çalışmış, korkmayın benden size zarar gelmez demiş adam. Çocuklar ona kim olduğunu sormuşlar, ben bu ormanın korucusuyum demiş. Ormana bekçilik yaparım, kötü insanların ağaçları kesmesini, hayvanlara zararvermesini  engellerim.

Çocuklar hikayeyi anlatmışlar, peki bu ormandaki ayıyı hiç gördün mü diye sormuşlar. Yok demiş korucu. Ayılar çok büyük vahşi ormanlarda yaşar . Bu orman küçük sadece zararsız hayvanlar var. 

Çocuklar bir süre korucunun yanında dinlenip tekrar evlerine dönmüşler. Ertesi gün okulda başlarından geçen macerayı anlatmışlar. Arkadaşları gerçekten takdir etmiş, sizin ne kadar korkusuz cesur olduğunuzu anladık demişler.

Tim Tom ve Tan sayesinde diğer çocuklar ormana korkmadan gitmeye başlamış. Yine ormanda oynamışlar, bisiklet sürmüşler ve keyifli vakit geçirmişler...

26 Aralık 2016 Pazartesi

Sihirli Kar Tanesi

bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde uzak diyarların birinde bir ülke varmış. Bu ülkede mevsimler olması gerektiği gibi geçermiş. Yazları sıcak olur, ilkbahar ve sonbaharda yağmur yağar, kışın da kar yaparmış. Ve kış mevsimi geldiğinde, ülkenin insanları kar yağmasını heyecanla beklermiş. Çünkü uzun yıllar boyunca anlatılan bir hikayeye göre, yılın ilk karı yağdığında, düşen kar tanelerinin içinden bir tanesi sihirli olurmuş ve o sihirli kar tanesi kimin üzerine düşerse, dilediği herşey gerçek olurmuş.

O ülkeye kışgeldiğinde insanlar her gün acaba bugün kar yağacak mı diye beklerken kimi geceler uykusuz kalırlarmış. Çünkü bazen yılın ilk karı gece herkes uyurken yağıyormuş. O zaman da sihirli kar tanesi bir insana değil de toprağa düşer, bu yüzden o yıl topraklar çok bereketli olurmuş, çok ürün verirmiş.

Yine böyle bir akşam insanlar yemeklerini yemiş evlerinin penceresinde beklemeye başlamış. Çünkü artık ne zaman kar yağabileceğini anlıyorlarmış. O gün sabahtan beri havada kar soğuğu varmış. Veee birden bire kar tanelerinin yavaş yavaş düşmeye başladığını görmüşler. Hemen paltolarını şapkalarını kapıp dışarıya koşmuşlar. Bütün insanlar sokaklarda bir o yana bir bu yana yürüyor, kimileri sevinçten dans ediyor, kimileri de sihirli kar tanesini kendisi kapsın diye diğerlerini kovuyor, kavga ediyormuş.

Bu ülkede, insanların yoğun yaşadığı yerin biraz uzağında minik bir barakada ailesiyle yaşayan fakir bir çocuk varmış. Bu çocuğun ne iyi kıyafetleri ne bir sağlam ayakkabısı varmış. Hiç oyuncağı yokmuş ve yiyecekleri de çok azmış. O da kar yağdığını görür görmez incecik kıyafetleriyle dışarı fırlamış. Soğuktan donarak saatlerce dışarda karın altında durmuş çünkü sihirli kar tanesini bulmayı çok istiyormuş. Eğer kar tanesini yakalayan o olursa, güzel ve sıcak bir ev, eşyalar oyuncaklar ve yemek dileyecekmiş.

Bir süre sonra kar yağışı durmuş. Bütün insanlar eve girmişler. Fakir çocuk da üzüntüyle eve girmiş çünkü hiç bir değişiklik hissetmediği için sihirli kar tanesini kaçırdığını anlamış. Bütün insanlar yeniden uykuya dalmışlar, kimseye birşey olmadığı için herhalde yine kaçırdık toprağa düştü diye düşünmüşler.

Sabah olunca fakir çocuk gözlerini açmış ama hemen tekrar kapamış. Herhalde rüya görüyorum diye düşünmüş. Çünkü sıcacık bir odada, yumuşacık yatakta yatıyormuş. Hemen kalkmış etrafına bakınmış, koşa koşa annesinin yanına gitmiş. Anne neredeyiz biz burası neresi ne oldu diye sormuş. Çünkü kocaman sıcacık ev, içinde güzel eşyalar, çeşit çeşit oyuncaklar, yiyecek doku dolaplar... çocuk gözlerine inanamıyormuş.

Annesi evindesin yavrum burası bizim evimiz ben de uyanınca çok şaşırdım ama dışarıya bak. Hala aynı yerdeyiz. Gece sihirli kar tanesi bizim evin çatısına düşmüş olmalı. Herşey ne kadar da güzel çok mutluyum demiş.

O günden sonra çocuk ve ailesi bu güzel evde hiç sıkıntı çekmeden  mutlulukla yaşamışlar ve bunu göre diğer insanlar bir sonraki sihirli kar tanesi kendilerinin olsun diye dua etmeye başlamışlar:)

15 Aralık 2016 Perşembe

kayip renkli gokkusagi

bir varmis bir yokmus, sevimli bir kasabada sirin bir okulda okuyan bir grup cocuk varmis. bu kasabada cok yagmur yagar ve ardindan gokkusagi cikarmis. cocuklar da yagmuru cok sever, dindikten sonra kim once gokkusagini bulacak oyunu oynarlarmis.

yine bir gun yagmur diner dinmez bahceye cikmislar. gokyuzunde gokkusagi yavas yavas belirginlesmeye baslarken once ben goreyim diye butun cocuklar dikkatle bulutlari inceliyorlarmis. birden bire cocuklardan biri (adi zeynep olsun) gokkusagini gormus. arkadaslar bakin iste burada cikmaya basladi, once ben gordum ben ben diye bagirmis.

hep beraber gokkusaginin belirginlesmesini beklemisler fakat o da ne? gokkusaginin renklerinden biri cikmamis. (hangi rengi cikmamis cocuga sorun, bizimki sari dedi). hemen iceri girip ogretmenlerine soylemisler, ogretmenim ogretmenim gokkusaginda sari yok ne olmus ona? diye sormuslar. ogretmeni de bahceye cikip bakmis, gercekten de sari yok! cocuklara demis ki hadi cocuklar ona sari rengini geri verelim, nasil yapacagimiz hakkinda fikri olan var mi?

cocuklar dusunmeye baslamis, o kadar yuksege nasil gideriz? ya ucan birsey olursa demis ogretmen. Bir cocuk haykirmis baloncuk yapabiliriz.

hemen bir kova su doldurmuslar, icine bolca sabun koymuslar, bir de sari boya tabi. suyu kopurtunce sari sari baloncuklar olusmus. cocuklar cubuklarini ufleyerek yuzlerce sari baloncuk yapmis. baloncuklar yukselmis yukselmis ve gokyuzune ulastiginda patlayip icindeki boyalar gokkusagini boyamis. boylece yavas yavas gokkusaginda sari renkli bir cizgi olusmus.

cocuklar cok yorulmuslar ama cok eglenmisler, karsilarinda duran sahane gokkusagini izleyerek dinlenmisler. ogretmenleri de kendinizle gurur duyun cocuklar harika bir is basardiniz demis. o gun cocuklar eve gittiklerinde anne babalarina

'bugun ben gokkusagini boyadim' diye haber vermisler.

iki yaprak

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, kocaman bir ağaç varmış. Bir ilkbahar günu bu ağaçta mini mini bir sürü yaprak dünyaya gelmiş. Bu yapraklar günden güne büyümüşler, yağmurda yıkanmış, güneşli havalarda güneşlenmişler, rüzgar estikçe hep beraber dans etmişler. Bu ağaçta yaşamaktan öyle mutlularmış ki, uzun bahar ve yaz günlerinin nasıl geçtiğini anlamamışlar.

Ve birgün sonbahar gelmiş. Sonbahar gelince yaprakların o güzel yeşil renkleri değişmeye başlamıs. Önce sarı olmuşlar sonra kahverengi. Ve yaprakların sapları öyle güçsüzleşmiş ki, artık ağacın dalına sıkıca tutunamaz olmuş. Üstelik sert rüzgarlar tutunmalarını zorlaştırıyormuş ve yapraklar birer birer düşmeye başlamışlar. Bu ağaçta biraz daha iç kısımlarda yer alan iki arkadaş yaprak, düşen diğer yaprakları gördükçe korkuyorlarmış. Arkadaşlarımız nereye gidiyor böyle? Biz düşecek miyiz? Ya canımız acırsa? Ben ağaçtan ayrılmak istemiyorum, onu çok özlerim.... diye düşünüp üzülüyorlarmış. Her esen rüzgarda korkuyla birbirlerine sarılıyorlarmış ki rüzgar onları düşürmesin.

Fakat bir sabah üzerlerine bardaktan boşanırcasına yağan yağmurla uyanmışlar. Rüzgar çok şiddetli esiyormuş, vuuuuuu vuuuuu.... Ağacın dalları bir oyana bir bu yana sallanıyor ağaç sanki yere değecek gibi oluyormuş. İşte bu fırtınada ağaçta kalan yaprakların çoğu dökülmüş, bizim iki arkadaş da fazla dayanamamış ve sapları daldan kopuvermiş.

Hizla yere dusmeye baslamislar, duserken aaaa diye korkuyla bagiriyorlarmis, ruzgar onlari savurdugu icin dusmeleri biraz uzun surmus. ama sonra birden bire farketmisler, duserken ucmak ne kadar eglenceliymis. bu sefer de sevinc cigliklari atmaya baslamislar. agactan dusmek sandiklari kadar kotu degilmis. hem de ruzgar onlari diger yapraklarin uzerine yavasca koydugu icin canlari hic acimamis.

ucmak ne guzelmis demis bir yaprak arkadasina, simdi yere konduk keske yeniden ucsak. tam o sirada guclu bir ruzgar esivermis, yerdeki yapraklari havalandirmis ve bizim iki arkadas yine birsure boyunca bir o tarafa bir bu tarafa ucmuslar. ucarken hic gormedikleri yerleri, hic gormedikleri seyleri gormusler.

fakat yapraklar bir kuytuya sikisip kalmis. uzerlerine baska yapraklar da gelmis, yerlerinden kipirdayamamislar. gunler boyle gelip gecmis. bir sabah uyandiklarinda bazi sesler duymuslar. bunlar cocuk kahkahalariymis. bir grup cocuk kuytuya birikmis yapraklari alip havaya atiyorlarmis. sira bizim iki arkadasa da gelmis. cocuklarin ellerinde tekrar ucmaya baslamislar. bir yukari bir asagi, cocuklar defalarca yapraklari firlatmislar ve cok eglenmisler. bizim iki yaprak arkadas cocuklardan birisi onlari havaya firlattiginda esen bir ruzgarin etkisiyle yakindaki derenin uzerine ucuvermis. boylece derenin uzerinde yeni bir maceraya yol almislar. bir suru degisik yer gormusler, bir cok farkli hayvanla tanismislar ve agactan dusmenin hic de kotu birsey olmadigini anlamislar....

burda da masal bitmis :)

19 Kasım 2016 Cumartesi

Issız Orman

bir varmis bir yokmus, evvel zaman icinde, kalbur saman icinde, bir kasabanin biraz ilerisinde kucuk bir orman varmis. Bu kasabada yasayan tum insanlar genelde cok mesgullermis. bu yuzden ormana giden hic olmazmis. sadece ormanin yanindaki otoyoldan arabayla hizlica gecerler, ormanda ne var ne yok hic bilmezlermis.

ormanda yasayan hayvanlar (bunlari beraber sayabilirsiniz, kucuk bir orman oldugu icin vahsi hayvanlar yok, sincap, kunduz, tilki, baykus, ordek, tavsan gibi) ormana insanlarin gelmemesine cok uzuluyorlarmis. boyle guzel bir ormanin temiz havasindan, mis gibi cicek kokularindan keske onlar da faydalansa, keske cocuklar ormanda kostursa bizimle oynasa diye soylenirlermis. birgun hep beraber bir toplanti yapmislar, ne yapsak ne etsek de insanlari ormana getirebilsek? (cocuktan oneriler alin) bir tanesi bir piknik alani yapalim demis, bir digeri de havuz. baska bir hayvan da en iyisi bir cocuk parki yapalim, cocuklar ormani severse buyukler de sever. bu fikri hepsi cok begenmis ve calismaya baslamislar. ormanin yola bakan tarafinda biraz bos bir alan varmis, buraya yapalim ki yoldan gorsunler diye dusunmusler. Peki ya bu parka neler yapmaliyiz ki cocuklar sevsin diye sormus iclerinden birisi. Tabi ki bir kaydirak, birkac salincak (cocugunuz soylesin), tirmanma merdiveni de olabilir, bir de oyun evi cok hos olur!

butun hayvanlar derhal calismaya baslamis. kuru odunlari toplamislar, kunduzlar bunlari disleriyle kesmis, uclarini sivriltmis. kuslar ucarak uzaklardan ipler bulup getirmisler, bunlarla salincak yapmislar. ordekler golun icinden guzel taslar cikarmislar, parki bu taslarla suslemisler, tavsanlar odunlari baglamis, sincaplar mese palamutlarini iplere dizip oyun evine susler yapmis. cicekler ekmisler ve cok guzel bir park insa etmisler.

sonra heyecanla beklemeye baslamislar, fakat hala kimse gelmiyormus. park yolun kenarinda oldugu halde, arabalar cok hizli gectikleri icin kimse parki farketmiyormus. bunun uzerine sincaplar parkin hemen yanindaki agaclara cikmislar ve yoldan gecen arabalara mese palamutlari, findik atmaya baslamislar. arabanin uzerine dusen tik tik seslerini duyunca, arabanin icindekiler bu ses nerden geliyor diye etraflarina bakmaya baslamis, ve cocuklar hemen parki farketmis. anneee bu parka gideliiim, baba burada ineliiiim diye heyecanla bagirmislar.

boylece insanlar parki farketmeye ve her gecen gun daha cok cocuk parki ziyaret etmeye baslamis. cocuklar parkta biraz oynadiktan sonra ormanin icine giriyorlarmis. cunku ormanda kesfedilecek ne cok sey varmis. degisik degisik kocaman agaclarin arkasina saklanip saklambac oynamak, yere dusen yapraklari, yemisleri toplamak, mis gibi cicekleri koklamak cok eglenceliymis. ve hayvanlar, cocuklar hayvanlari da farketmisler, onlarla yakalamaca oynamislar. cocuklar ormani cok sevdigini goren buyukler her gelislerinde biraz daha uzun kalmaya baslamislar. yanlarinda piknik sepetlerini bisikletlerini getirmisler. ve ormanin tum guzel ozelliklerinden faydalanmaya baslamislar. 

bizim issiz orman, hayvanlarin bu sahane fikri sayesinde yeniden cocuk sesleriyle dolup tasan, civil civil bir orman olmus. ve oraya gelen her insan huzur dolmus oradan mutlulukla ayrilmis.

burda da masal bitmis.