6 Ocak 2017 Cuma

Mutsuz Prenses

Mutsuz Prenses

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde uzak diyarların birinde bir ülkede güzel bir prenses yaşarmış. Bu prenses çok güzelmiş ama maalesef çok mutsuzmuş, yüzü hiç gülmez hep surat asarmış. Annesi ve babası kral ve kraliçe bu duruma çok üzülürlermiş. Kızları mutlu olsun, biraz gülsün, çocukken çıkardığı o şen kahkahaları yine atsın diye her şeyi yaparlarmış. Saraya prensesi güldürmek için komedyenler, palyaçolar, sevimli hayvanlar, fıkradırlar getirmişler ama prenses hepsini izledikten sonra bile Of deyip üzgün durmaya devam etmiş.

Kral ne yapacağını bilemiyormuş. Krallarını üzgün gören insanlar da üzülüyormuş. Hepsi prensesi güldürmek için çareler düşünüyorlarmış.

Günlerden bir gün yaşlı bir nine kralın karşısına çıkmış, demiş ki kralım dün gece bir rüya gördüm. Şu karşıki dağın tepesinde bir büyük taş var, prensesin mutluluğu o taşın içinde hapsolmuş, taşı kırınca yeniden mutlu olacak. Kral bu rüyaya inansa mı inanmasa mı bilememiş ama kaybedecek hiç birşeyi yokmuş. Zaten başka çaresi de yokmuş, denemeye karar vermiş. Hemen habercilerini çağırmış, gidin halkıma söyleyin kendine güvenenler derhal buraya gelsin.

Haberciler, hemen duyuruya başlamışlar; duyduk duymadık demeyin. Prensesimizin mutluluğunu geri getirecek sihirli taşı bulacak cesur delikanlılar aranıyor. Bulup getirene kralımızdan büyük ödül vaaar diye bağırmışlar.

Haberi duyan beş cesur delikanlı kralın karşısına çıkmış ve sırayla dağa sihirli taşı bulmaya gitmişler.

Birincisi az gitmiş üz gitmiş dere tepe düz gitmiş sonunda dağın eteğine gelmiş. Bu dağ öyle dik ve yüksekmiş ki, aşağıdan bakınca tepesi hiç görünmüyormuş. Delikanlı güçlü kuvvetli biriymiş, elleriyle tırmanmaya başlamış. Bir miktar tırmanmış da. Fakat yamaçlar çok dik, kayalar çok kayganmış. Ayağını bastığı yerde toprak kayıyormuş. Başaramayacağını anlayınca geri dönmüş. Kralım beni affedin tırmandım ama olmadı demiş.

İkinci delikanlı gemiciymiş, yanında bir halat götürmüş, ucuna da kanca takmış. Dağın eteğine gelince halatı fırlatıp tırmanmış, sonra yine fırlatmış yine tırmanmış. Defalarca yapmış ama dağ çok yüksekmiş. Bir de bakmış ki halat kopmak üzere. O kadar kullanınca yıpranmış. O da başaramayacağını anlayıp geri dönmüş.

Üçüncü delikanlı bir çobanmış, yanına en akıllı keçisini almış dağa gitmiş. Keçiler dağlara tırmanmakta çok ustadırlar, hangi yolun tehlikesiz olduğunu, nereden gideceğini, hangi kayaya zıplayacağını iyi bilirler. Delikanlı da keçiyi bırakmış hadi tırman demiş. Keçi çıkarken o da arkasından tam onun bastığı yerlere basarak kolayca tırmanmış. Bir süre sonra otların olduğu bir düzlük alana gelmişler dağda. Keçi acıkmış taptaze otlardan yemiş. Sonra da gerisin geri inmeye başlamış. Çoban demiş hayır yukarı git aşağı değil. Fakat inatçı bir hayvan bu keçi, dinler mi? Mecburen o da peşinden aşağı inmiş. Maalesef o da dağın tepesine ulaşamamış.

Dördüncü delikanlı ise oduncuymuş. Dağın eteğine gelince civardaki ağaçlardan dallar kesmiş ve upuzuuun ve merdiven yapmış. Gerçekten çok akıllıca bir iş olmuş bu. Merdiveni dayıyor, kolayca çıkıyor, sonra merdiveni tekrar dayayıp yine çıkıyormuş. Böyle böyle epey yükseklere kadar ilerlemiş. Fakat dağın tepesine yaklaştıkça etrafta karlar görülmeye başlanmış. Karlı kısımları merdivenle tırmanmak çok zormuş. Çünkü merdiven kızak gibi kayıyormuş. Maalesef o da tepeye ulaşamamış.

Beşinci delikanlı ne çok güçlü kuvvetliymiş ne de bir mesleği varmış. Fakir bir köylünün oğluymuş. Dağın eteğine geldiğinde nasıl çıkacağım diye kara kara düşünmeye başlamış. Elle tırmandılar olmadı, halat da işe yaramadı. Keçiler bile çıkmadıysa, merdiven de kayıyorsa, ben nasıl yapacağım? diye dertlenmiş. Böyle oturmuş düşünürken ağlayan bir kuş sesi duymuş. Bu bir yavru kartalmış, uçmayı öğrenirken ağaca çarpmış kanadı acımış, yere düşüp acı acı ötmeye başlamış. Köylü çocuk hayvanların halinden anlar nasıl iyileştireceğini bilirmiş. Hemen yavruyu almış, yarasına faydalı otlardan sürmüş ve acısını dindirmiş. Yavru kartal da pırrr diye uçup uzaklaşmış.

Anne Kartal dağın tepesindeki yuvada yavrusunu bekliyormuş merakla. Yavru gak gak gak diyerek başından geçenleri anlatmış. Anne Kartal da yuvasının altındaki kocaman mavi parlak taşı almış, onu delikanlıya vermek için yanına uçmuş.

Taşı delikanlının yanına bırakmış gagasıyla biraz ittirmiş, al bunu yavrumu iyileştirdiğin için sana değerli bir taş getirdim demek istemiş. Delikanlı taşı görünce gözlerine inanamamış, gerçekten kralın dediği sihirli taşa benziyormuş bu. Hemen alıp saraya gitmiş.

Krala taşı teslim edince, kral eline bir balyoz almış. Saraydaki herkes etrafa toplanmış, heyecanla bekliyormuş. Acaba gerçekten işe yarayacak mı? Taş kırılınca prenses mutluluğuna kavuşacak mı?

Ve kral taşı kırmış. Taş çatlarken etrafa parıltılı Işık'lar yayılmış, bu ışık öyle güçlüymüş ki orada bulunan herkes gözlerini kapamak zorunda kalmış. Işık bittiğinde prensesin yüzü aydınlanmış, birden bire kahkahalarla gülmeye başlamış. Orada bulunup ışığı gören herkes aynı şekilde gülmeye, dans etmeye başlamış etrafa bir neşe dalgası yayılmış.

O günden sonra mutsuz prenses hep gülmüş hep mutlu olmuş ve ülke halkı da mutlulukla yaşamış. Kral delikanlının her istediğini yerine getirmiş, o da rahat ve mutlu bir hayata kavuşmuş....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder